Mevlana etkinliklerinin başladığı 1955 yılında “törende Allah” demenin yasak olduğu, başlamasına Amerikalı bir subay eşinin sebep olduğu ve 1968 yılında Fransa’da Mevlevi gösterisine “Avrupa’da bize gerici bir imaj çizer” endişesiyle gidip gitmeme konusunda büyük tartışmalar yaşandığını biliyor muydunuz?
Ünlü neyzen Kudsi Erguner’in “Ayrılık Çeşmesi” isimli kitabı, 1950’li yıllarda İstanbul’daki yaşamı, Mevleviliğin izlediği seyir, devrimler adı altında dayatılan yasakçı zihniyetin boyutları ve en önemlisi Mevlana’yı anma törenlerinin hikâyesini en ince detayına kadar işlemektedir.
Reddi miras yapan genç cumhuriyet, Osmanlı müziğini bile yasaklamıştı. Zamanın yasakçı zihniyetinin boyutlarının nerelere vardığını gösteren bir olaya kitabın yazarı Kudsi Erguner Lisede iken şahit olmuş. Klasik Türk Müziğine ilgi duyan Erguner, birkaç arkadaşıyla okul müdürüne gider ve bir “Klasik Türk Müziği kulübü” kurmak istediklerini söylerler. Öğrencilerin isteklerini dinleyen müdür bey sinirden kıpkırmızı kesilir ve kalın, karakaplı ve üzerinde “yönetmelik” yazan bir kitabı açıp bir yerini işaret ederek yazara okutmuş “Klasik Türk müziğini teşvik etmeye yönelik her türlü faaliyet yasaktır...” Klasik Türk müziği yasak, ama dönemin eliti, milletin kulağı alışsın diye radyolarda sürekli Klasik Batı Müziği çaldırırmış. O günleri okudukça, bugünlerde yapmış olduğumuz tartışmalardan özgürlükler yolunda ne kadar yol aldığımızı anlamak zor olmuyor aslında. Fakat özgürlük dediğimiz şeylerin, 50 yıl sonra komediye malzeme olacağını da tahmin edebiliriz.
Mevlana Törenleri Amerikan Yapımıymış: İyi ki Varsın Marshall Planı!!!
Kitabın bir yerinde Erguner, Mevlana anma etkinliklerinin nasıl başladığını da anlatır. 1947 yılında ABD tarafından başlatılan Marshall doktrini çerçevesinde, komünizme karşı Türkiye ve Yunanistan mali ve askeri yardımlarla destekleniyordu. Türkiye’ye yapılan yardımların sonucunu görmek için 1954-55 yıllarında asker ve diplomatlardan oluşan bir Amerika heyeti Türkiye’ye gelir. O güne kadar ziyaret edilmesi dahi yasak olan Konya Mevlana Türbesini gezdikleri sırada, bir Amerikalı subay eşi gelmişken bir de dervişleri görmek ister. Onlara eşlik eden Türkiye heyeti içinde bir panik başlar ama yine de bir derviş grubu bulmaya çalışırlar. O zaman Anakara’da görevli yazarın Babası neyzen üsteğmen Ulvi Erguner, yüzbaşı Halil Can, harita subayı Selami Bertuğ ve Saadetin Heper bir araya getirilerek misafirlere Mevlevi müziğinden oluşan bir konser sunulmuş.
Olağanüstü bir durumdan doğan bu fırsatı değerlendirmek isteyen dönemin Demokrat Partili Konya Belediye Başkanı, vali ile yaşanan gerginliğe rağmen, ertesi yıl Mevlana’nın ölüm yıldönümü olan 17 Aralık’ta anma törenlerini düzenlemeye karar verir.
Konya’da Mevlevi geleneğine bağlı kimse olmadığından İstanbul’daki Mevlevilerin gelip etkinliklerde yer alması gündeme gelmiş. Konya valisi İstanbul’dan gelen heyete “bu bir gösteridir, eğer birinizin Allah dediğini görür veya hissedersem derhal iptal ederim” demiş. Görmek tamam da hissetmek nasıl bir şeyse…
Kutlamalar 1960 yılına kadar gerginliklerle beraber devam etmiş. Fakat 1960 yılı kutlamalarına gelen cunta yönetimi, etkinliklerde dervişlerin söz verdiği gibi gösteri değil, gerçek manada Mevlevi ayini yaptıkları gerekçesiyle sinirlenirler. O gece dervişler İstanbul’a kaçırılır. Yazara göre, o tarihten sonra Mevlana anma etkinlikleri artık Konya Folkloruna dönüşür ve gerçek semazenler yerine Konya’da belediye tarafından yetiştirilen folklor ekipleri tarafından icra edilir.
1967 yılında Konya Turizm Derneği etkinlikleri organize etmeye başlar ve tören yapılan salonun önünde Konya belediye bandosu konser verirmiş, salon dolduktan sonra bando takımı içeri girer, derviş kıyafeti giyerler ve Mevlevi ayini gerçekleştirilirmiş. İstanbul’un gerçek dervişlerini devre dışı bırakan ve Mevlevi geleneğinden yoksun Konya, işi ranta döker. Etkinlikler gerçek anlamını yitirir, bundan sonra Mevlana etkinlikleri birer festivale dönüşür.
Unesco ile Uluslararasılaştırılan Mevlevi Ayinleri
1968 yılında Unesco’nun girişimiyle Paris’ten yapılan ilk davet üzerine dervişler arasından Avrupa’ya yapılacak turnelerin uygunluğu konusunda tartışmalar başlar. Kimisi gerçek dervişlerle turneye katılım sağlanmasını, kimisi ise Konya’da yetiştirilen genç semazenlerin katılmasını savunurmuş. Sonunda İstanbul’un gerçek dervişlerine karar verilmiş. Fakat önemli bir risk ortaya çıkmış. Hükümet cenahında Mevlevi topluluğun yabancı ülkelerde Türkiye’ye “gerici bir imaj(!)” vereceği düşünülebilirdi. Avrupa’dan sonra 1972 yılında da Amerika’da da aynı törenler ve konserler düzenlenmeye başlanmış.