Aorta Yüklenen Hayretengiz Vazife
Prof.Dr. Ömer ARİFAĞAOĞLU
Eskiden yangın söndürmede, emme-basma prensibi ve insan gücüyle çalışan tulumbalar kullanılırdı. Emme-basma tulumbalar suyu kesik kesik pompalar; tulumbanın çalışması esnasında piston geri çekildiğinde hazne su ile dolar (emme peryodu), ileri itildiğinde ise hazneye alınan su hortumlara pompalanır (basma peryodu). Bu çalışma tarzının neticesi olarak su alevlerin üzerine kesik kesik akar, bu sebeple yangını söndürmede bazı zorluklar yaşanır. Halbuki su, alevlerin üzerine kesintisiz gönderilebilse, ateşin oksijenle teması tamamen engellendiğinden yangın daha çabuk ve kolay söndürülürdü.
1800’lü yıllarda Almanya’da kullanılan yangın tulumbalarına ‘windkessel’ (Almancada fışkırtan veya üfüren kazan) adı verilmekteydi. Daha sonraları, yangın tulumbalarında akımı sürekli hâle getirmek için, emme-basma tulumbanın önüne yarı yarıya hava ve suyla dolu bir silindir yerleştirildi. Bununla silindir içine pompalanan suyla hava sıkıştırılarak, silindir içi basınç artırılır, bu basınçla tulumbada ‘emme’ safhasında da su akması sağlanırdı. Apartman dairelerine su basan hidroforlar da bu prensibe göre çalışır. Hidroforla su borusu arasında yarısı su, yarısı hava ile dolu bir hazne vardır. Hidrofor suyu pompalayınca, haznedeki hava sıkışır ve basınç artar; bu basınç ile hidrofor durduğunda bile bir miktar su akmaya devam eder. Bu sistem olmasaydı sadece bir bardak su için bile, hidroforun su basması için çalıştırılması gerekirdi. Bu sistemle hidroforların sık çalışarak, kısa sürede bozulmalarının önüne geçilmiştir.
Kalbimiz de emme-basma tulumba şeklinde yaratılmıştır. Bundan dolayı aslında kalbden kan, kesik kesik pompalanır. Kalb kasıldığında kanı damarlara pompalar, gevşediğinde ise kalbin içine yeni kan dolar. Fakat buna rağmen dokulara kan akımı kesikli değil, süreklidir. Şayet kan, dokulara kalbin çalıştığı gibi kesikli olarak pompalansaydı, dokular da kesikli olarak beslenecekti. Bu durumda fazla kan gönderildiğinde aşırı oksijene mârûziyet neticesi oksijen zehirlenmesi veya oksidatif hasar oluşabilecek, kan akımı kesildiğinde de oksijen eksikliğine bağlı hücre hasarı veya ölümü ortaya çıkabilecekti.
Kalbimizin önüne ilâve bir hazne yerleştirmeden, kanın dokularımıza kesikli değil de, devamlı gönderilmesi, Hakîm ve Alîm olan Rabb’imizin damarlarımızı elâstik yaratmasıyla gerçekleşmektedir. Damarlarımızdaki bu mükemmel çalışma prensibine Alman yangın tulumbasından hareketle “windkessel tesiri” denmektedir. Yüksek basınca mârûz kaldıklarında genişleme özelliği olan damarlarımız, kendilerine kalbden kan pompalandığında (sistol veya atma fazı) genişleyerek âdeta geçici bir kan deposu vazifesi yaparlar. Kalb gevşediğinde ise (diastol veya dolma fazı) daha önce genişlemiş olan damarlar bu sefer daralarak kısa süreli depoladıkları kanı, pompalama vazifesi yaparlar. Çünkü damar duvarındaki düz kaslar basınçla gerildiklerinde, karşılık olarak kasılma ile cevap verecek şekilde yaratılmıştır. Bu durumda kalb gevşeyip kan pompalamadığı zaman bile, damarların kasılarak daralması ile dokulara kan gönderilmeye devam edilir. Böylece dokulara kesikli değil, sürekli bir kan akımı sağlanmış olur. Bütün vücudu kansız kalmaktan koruyan bu tedbirli çalışma sistemi, Allah’ın Müdebbir isminin bir tecellisidir.
Ömür boyu dakikada ortalama 70-80 defa sürekli genişleyip-daralan damarlarımız, bu çalışmanın getirdiği aşınmaya nasıl dayanabilmektedir? Damar duvarlarındaki bu genişleme ve daralma dalgası sadece kalbden çıkan ana atardamarlarda değil, kılcal damarlar dâhil bütün atardamarlarda mevcuttur. Kalbden başlayarak dokulara kadar damarlar önce bir genişleme, sonra da daralma göstermektedir. Damarın tamamı aynı anda genişleyip daralmamakta, bir dalga hareketi şeklinde kalbden ileriye doğru yayılan bir özellik arz etmektedir.
Merak edilen tik taklar: Nabız
Hekimler ekseriyetle nabız muayenesiyle kalb hakkında bilgi toplamaya çalışırlar. Nabız, bilekten kalb atımıyla neredeyse aynı anda hissedilir. Nabız ile gerçekte neyin hareketi parmak uçlarımızdan alınır? Kanın hareketi mi, yoksa damar duvarının hareketi mi? Nabız kan hareketine bağlı olarak değil, yukarıda zikredildiği gibi damar duvarının genişleyip daralmasına bağlı olarak hissedilir. Buna aynı zamanda nabız basıncı dalgası denir. Nabzı elimizle hissettiğimizde, pompalanan kan henüz o damara kadar gelmemiştir. Çünkü damar duvarının genişleyip-daralma dalgasının ilerleme hızı, kanın akış hızından 15 kat daha fazladır. Nabız ilk çağlardan beri kullanılan önemli bir muayene metodu olmuştur. Meselâ İbn-i Sîna 27 çeşit nabız tespit etmiş, bunları üçerli olarak dokuz gruba ayırmış ve hastalık teşhislerinde bunları kullanmıştır. Eğer damarlarda bu özellik olmasaydı, nabız muayenesi diye bir metot olmazdı.
Nabız dalgasının mühim bir vazifesi de, toplardamarlarda ve lenf damarlarında kan ve lenf akımına katkı sağlamasıdır. Atardamarlardaki bu genişleme ve daralmalar, toplardamar ve lenf damarlarında kalbe doğru akıma sebep olmaktadır. Toplardamarlar ve lenf damarlarında bulunan ve geriye dönüşü engellecek şekilde yaratılmış tek yönlü kapakçıklar sayesinde, ayrıca kol ve bacak kaslarının da dıştan sıkıştırmalarıyla, kan ve lenf sıvısı göllenmemekte, geriye dönmemekte ve sadece kalbe doğru akmaktadır.
Damarlarda sürekli tansiyon kontrolü
Yukarıda zikredilen ‘windkessel tesiri’ içine hayatî bir korunma mekanizması daha konulmuştur. Kalbden kanın hızla pompalandığı esnada damarlar genişler, böylece daha fazla kanın pompalanmasına zemin hazırlanmış olur. Bu genişleme olmazsa, kalb, kanı pompalamakta zorlanır. Yaşlandıkça damarlar sertleşir ve damar sertliği (ateroskleroz) adını verdiğimiz hastalık ortaya çıkar. Aterosklerozda damarlar elâstikiyetlerini kaybettiklerinden genişleyemez, bu durumda kalb kan pompalamakta zorlandığından kalb yetmezliği ortaya çıkar.
Sağlıklı kişilerde pompalama esnasında damarın elâstikiyetine bağlı olarak genişletilmesi ile atardamarlarda büyük (sistolik) tansiyon aşırı yükselmez. Eğer damarlara bu genişleme ve geçici kan depolama vazifesi verilmeseydi, tansiyon âni ve aşırı yükselir ve damarların yırtılmasına sebep olarak kanamalara, bilhassa beyin kanamalarına sebep olabilirdi. Ayrıca kalbin gevşediği dönemde damarların daralmasıyla kan akımının devam ettirilmesi sayesinde küçük (diastolik) tansiyonun aşırı düşmesinin de önüne geçilmiş olur.
Bu mekanizmanın ayrıca kalbin beslenmesinde de mühim bir yeri vardır. Vücudumuzdaki diğer organlar kalb hem kasılıyken, hem de gevşekken beslendiği hâlde, kalbin kendisi sadece gevşeme döneminde beslenir. Çünkü kalb kasıldığında, kendi damarlarını daralttığı için beslenemez. Hakîm ve Rahîm olan Rabb’imizin yarattığı, bizim windkessel tesiri ismi verdiğimiz, hikmetli ve mükemmel bir şekilde ayarlanan bu sistemle, diastol esnasında tansiyon aşırı düşmediğinden kalbin damarları dolarak beslenmesi temin edilir.
Aort kapağının vazifesi
Aort kapağı, kalbden kan pompalanırken açılan, ancak kalbin gevşediği ve içine kan dolduğu dönemde kapatılan bir kapaktır. Kalbimiz dakikada ortalama 70-75 defa atım yapar. Dolayısıyla kalbimizin kasıldığı (sistol dönemi) ve gevşediği (diastol dönemi) sürelerin toplamı bir saniyeden daha azdır (0,8 sn). Aort kapağı da bir saniyeden daha az olan bu sürenin bir kısmında (yaklaşık 0,3 saniye) açık kalırken, bir kısmında (yaklaşık 0,5 saniye) kapalı kalır. Bu çok hassas zamanlama sayesinde, kulakçıktan gelen kanın karıncığa dolması ve aorta fışkırtılmasında hiçbir aksama olmaz. Bu sık açılıp kapanmaya rağmen aort kapağı vazifesini ömür boyu aksatmadan devam ettirir. Aort kapağı iyi kapanamazsa, pompalanan kan geri kaçar; tam açılamazsa, oluşan darlık sebebiyle, yeterli kan pompalanamaz. Her iki durumda da kalb yetmezliği belirtileri ortaya çıkar.
Damar sertliği
Damar sertliği hastalığında ‘windkessel tesiri’ bozulur. Damarlarımız elâstikiyetini kaybeder ve evlerimizdeki sert borular gibi olur. Bu durumda büyük tansiyon aşırı yükselir. Küçük tansiyonda ise hafif bir yükselme ortaya çıkar. Yaşlanmaya paralel olarak damar sertliği artar ve dokuların beslenmesi bozulur. Damar sertliği beyin kanamalarının en önemli sebeplerindendir.
Damarlarla kalbimizi birbiriyle uyum içinde çalıştıran, kan akımını kesintisiz şekilde sürdürerek hücrelerimizin beslenmesini aksatmayan, tansiyonumuzun dengeli bir şekilde sürdürülmesini temin eden böyle mükemmel bir mekanizma ilmi, iradesi ve kudreti sonsuz bir Yaratıcı’yı göstermez mi?