Fıstığım Benim :)))
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Fıstığım Benim :)))

Resmin yok ama neyse :)
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  
Bak yine uyku yok gözümde Zifiriyim bir yerlerde Dur geri döndür beni sende Ölüm olsan götür benide.. İçtiğim şaraptı hayalin Yakar bir cigara biterim Dumanında yitip giderim İçime seni çekerim İçtiğim biraydı hayalin Yakar bir cigara biterim Dumanında yitip giderim İçime seni çekerim off Sensiz kötüyüm beterim Çıkmaz sokağın biriyim Öksüz kaldım yetimim ben.. Sönmüş ateşin külüyüm Zindan oldum hapisim ben.. Sensiz kötüyüm beterim Çıkmaz sokağın biriyim Öksüz kaldım yetimim ben.. Sönmüş ateşin külüyüm Zindan oldum hapisim ben.. İsmin dilimdeki bin keder Bak yine uyku yok gözümde Zifiriyim bir yerlerde Dur geri döndür beni sende Ölüm olsan götür benide.. İçtiğim şaraptı hayalin Yakar bir cigara biterim Dumanında yitip giderim İçime seni çekerim İçtiğim biraydı hayalin Yakar bir cigara biterim Dumanında yitip giderim İçime seni çekerim off Sensiz kötüyüm beterim Çıkmaz sokağın biriyim Öksüz kaldım yetimim ben.. Sönmüş ateşin külüyüm Zindan oldum hapisim ben..

 

 Adımın Ne Önemi Var, Ben TÜRKÜM

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Koray35
Yönetici
Yönetici
Koray35


Mesaj Sayısı : 908
Kayıt tarihi : 07/09/09
Yaş : 34
Nerden : İzmir

Adımın Ne Önemi Var, Ben TÜRKÜM Empty
MesajKonu: Adımın Ne Önemi Var, Ben TÜRKÜM   Adımın Ne Önemi Var, Ben TÜRKÜM Icon_minitimeC.tesi Eyl. 12, 2009 12:26 am

Karadan gemiye ilk adımımı attığım zaman Allah’a binlerce şükürler etmiştim. Maraş’ın küçük bir köyünden gelen, bir fakir Türk çocuğu için levend olmanın, hele hele Hızır Reis gibi, ünü cihana vurmuş bir derya kaptanının gemilerinde levend olmanın şerefi çok büyüktü. Ve on altı yaşıma girdiğim o gün, ilk olarak Adana’dan, Reis’in gemilerine bindim. Cezayir hakimi artık biz olmuştuk. Tunus’a boyun eğdirmiş, İspanyol, Ceneviz, Venedik gemileri bizim sularımızda, bizden habersiz kuş bile uçuramıyordu. Tarihini hatırlamıyorum. Zaten hatırlasam da ne değişecek? Bir gün, Hızır Reis’in ağabeyi İshak Reis geldi ve Hızır Reis onu, Cezayir’in dışında, İspanyollardan yeni aldığımız Kula Kalesi’ne gönderdi. İshak Reis’in beraberinde, Kula Kalesi’ne gönderilen levendler arasında ben de vardım. Bir süre sonra İspanyollar gelip bizi kuşatmaya çalıştılarsa da, bir gece hak ettikleri cevabı aldılar. Bir gece baskını ile onları darmadağın ettik. Artık bir müddet uğramazlar sanırken, kısa zaman sonra daha kalabalık olarak geldiler. Hem de yanlarında, onları altı ay önce gavur zulmünden kurtardığımız Araplarla birlikte. Düşman çok kalabalıktı ve her yeri tutmuştu. İshak Reis, Cezayir’e, Hızır Reis’e elçi gönderdi ama elçileri daha yarı yolda yakalayıp, kalenin önünde diri diri ateşe attılar. O zavallıların çığlıklarını hala hatırlarım. Kuşatmayı yarmak için birçok kere huruç yaptıksa da, çekirge sürüsü gibi kalabalık olan düşmanı yarıp dışarı çıkamadık. Birkaç hafta sonra, artık cephanemiz tükenince İshak Reis, vire ile kaleden çıkmayı teklif etti. Kaleyi onlara bırakacak biz ise çekilip Cezayir’e gidecektik. Bizler kaleyi bıraktık ama düşman bizi bırakmadı. Düşman, bilhassa Araplar arkamızdan ateş açmaya başladığında İshak Reis hepimizi durdurdu. Bu durumda bizi Cezayir’e kadar bırakmayacakları muhakkaktı. Reis bize şehadet yolunu gösterdi. Bizler, yani arta kalan 1500 -2000 kadar Türk levendi, Allah’ın adını anarak geriye döndük. Düşman şaşırmıştı. Ama kendilerini toparlamaları uzun sürmedi. Bizler, elimizde kılıç, düşman ise tüfeklerle savaşa daldık. Esir edilen 16 arkadaşımız dışında hiçbirimiz sağ kalmadık. O vuruşmayı görmenizi isterdim. Hele, İshak Reis’in bir saldırışı vardı ki! Ama işte, kahpe bir kurşun onu da, bizler gibi şehit etti. Bu çarpışmada şehit düşen hiçbirimizin mezarı belli değil! Ben kim miyim? Adımın ne önemi var ki! Ben bir Türküm, öldüm! ………………………………………………………………………………………………....... İki aydır durmadan yürüyorduk. Peşimizden gelen Çinlilerden kurtulmak için en iyi yolun bu olduğuna kanaat getirmişti aksakallılarımız ve bunun için de, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek yaklaşık 150 kişi iki aydır yollardaydık. Doğup büyüdüğümüz, üzerinde at sürdüğümüz çayırlardan ayrılmak, hepimizi kötü etkilemişti. Ama ya kalıp kendi yurdumuzda Kızıl Çin’e köle olacaktık, ya da dağları aşıp özgür kalacaktık. İkisinin ortası yoktu. Peşimizde bizleri kovalayan Çinlilerle birkaç kere çatışmış, her çatışmada birkaç şehit vermiş ama onları geri püskürtmüştük. Bu çarpışmalarda, ben de yaşımın küçük olmasına rağmen iki tane Çinli askeri geberttiğimi hatırlıyorum. Ama Çinliler her seferinde daha kalabalık olarak saldırmaya devam ediyorlardı. Biz de, düşündüğümüz yolu bırakıp dağların en yüksek yerlerindeki, kimsenin bilmediği eski geçitlerden sınırın diğer tarafına, Keşmir’e geçmek için ilerlemeye başladık. Yola çıkışımızın üzerinden üç aya yakın zaman geçmişti ve bu süre içinde dağların en karlı yerlerini yeni görmeye başlamıştık. Birkaç haftadır peşimizden bizleri takip eden Çinliler görünmez olmuştu. Ama biz yine de aynı hızla kar ve buz cehennemini andıran bu dağlara yürüyüşümüze devam ediyorduk. Ama artık, ne bizlerde, ne de hayvanlarımızda derman kalmamıştı. Beraberimizde götürdüğümüz hayvanlarımız birer ikişer ölmeye başladılar. İlk zamanlarda hayvanların leşlerini, geride iz bırakmamak için uçurumdan aşağıya atıyorduk. Sonraları yiyeceğimiz tükendiği için, mecbur kalıp ölen atlarımızı kesip yemeye başladık. Aynı günlerde nüfusumuz da hızla azalmaya başladı. Önce küçük çocukları kaybetmeye başladık. Benim iki yaşındaki kardeşim soğuğa dayanamayarak, annemin kucağında öldü. Arkasından yaşlıları kaybetmeye başladık. 150 kişiyle yola çıkan bizler, açlık ve soğuk hava yüzünden şimdi ancak 60 kişi kadar kalmıştık. Bir gece, dağın artık en yüksek tepelerinden birindeydik. Kocamış dedem, iki günlük yolumuz kaldığını, bu tepeyi de aşınca Keşmir’e, yani özgürlüğe ulaşacağımızı söyledi. İki gündür bir şey yememiştik. Çünkü artık ölüsünü bile yiyebileceğimiz hayvanımız kalmamıştı. Gece çadırda yatarken çok yoğun bir tipi başladı. Hava iyice soğumuştu. Uyumamak için birbirimize hikayeler anlatıyor, birbirimize vuruyorduk. Aksakallı dedem, kendisini bırakmış benimle uğraşıyor, ara ara kızarak yüzüme tokat atıyordu. Ama artık uyku galip geldi. Son hatırladığım ses dedemin adımı seslenmesiydi. Soğuktan sonra hemen bir sıcaklık hissetim. Kendimi boz aygırımın üzerinde, yaylağımızda buldum. Karşıdan annem, babam, kardeşlerim geliyordu. Babam bana seslenince hemen atımı sürüp yanına gittim. Ardıma baktığımda ise kocamış dedemin gözü yaşlı halini gördüm. Ben kim miyim? Adımın ne önemi var ki! Ben bir Türküm, öldüm! ………………………………………………………………………………………………… Dedem anlatırdı. Eskiden Kırım’ın hakimi bizmişiz. Bizlerden habersiz Moskof’un herhangi bir şey yapmasına imkan yokmuş! Hatta Giraylarımız, birkaç kere Moskova’yı bile almışlar! Küçüklükten beri dinlediğim bu gerçekler, İsmail Bey Gaspıralı’nın sağda solda bulduğum eski yazıları, beni de yavaş yavaş milli bakmaya itmişti. Bunda, 1915-1919 arası Istanbul’da, bulunmamın payı da büyüktü. Her ne ise, Sovyetler Kırım’a tekrar girdiklerinde, girmeden önce bizlere verdikleri sözleri tutmayacaklarını, Moskof’un Moskofluğunu yapacağını çok iyi biliyordum. Ama bazı arkadaşlarımız, Çar’ın zulmünden kaçmak için Lenin’e sığınmamız gerektiğini millete kabul ettirmeyi başarmışlardı. Istanbul’dan Kırım’a dönerken geçirdiğim bir kaza iki kolumu da benden almış, artık okuyan ama yazamayan, fikirlerini kitlelere aktaramayan biri haline gelmiştim. Gerçi aksakallılarımız ya da bazı gençlerimiz sürekli gelip benimle Istanbul’a, Türkiye’ye, Mustafa Kemal’a dair konuşurlardı ama ben bu fikirleri daha geniş yazıp anlatamadıktan sonra etkisi de sınırlı kalıyordu. İkinci Dünya Savaşı başladığında, Tatar halkının aydın gençlerinin tamamı silah altına alındığı gibi zaman geçtikçe yaşıtlarım da Kızıl Ordu’ya katılmak zorunda bırakıldılar. Bense, kolları olmayan bir adam olarak sokaklarda gezinmeye başladım. Kırım’ın, Bahçesaray’ın o güzelim sokakları artık Almanlarla Ruslar arasında kıyasıya bir savaşa sahne oluyor, arada olan bu toprağın asıl sahibi, gerçek efendisi olması gerekirken köleleştirilmeye çalışılan Kırım Tatar’ına oluyordu. Köyler, şehirler boşalmıştı. Geçmişte Kızıl Ordu’yu Çar’a yeğ tutan bazıları, bu sefer de Kızıl Ordu’ya karşı Almanlarla işbirliği yapıyordu. Ben ise, artık hasta ve yaşlı bir eski ziyalı olarak olan biteni sadece seyredebiliyor, olanlara müdahale edemiyordum. Bizlere bağımsızlık vaat eden Almanlar, bir gün ansızın çekildiler. Hemen arkasından da Ruslar, büyük gösteriler yaparak Kırım’a tekrar girdiler. Girer girmez önce Almanlarla işbirliği yapanları alıp götürdüler. Bir daha onları kimse görmedi. 18 Mayıs 1944 gecesi, saat iki gibi kapımız çalındı. Gelenler Rus askerleriydi. Yarım saat içinde eşyalarımızı toplayarak tren istasyonunda olmamız gerektiğini bildirdi. Nedenini sorduğumuzda da Stalin’in emri olduğunu belirtti. Benden başka tamamı kadın ve çocuk olan 15 kişilik hane halkım ile birlikte alabileceğimiz şeyleri alıp istasyona gitmekten başka yapacağımız bir şey yoktu. Tabii, o an bu sahnenin bütün Kırım’da tekrarlandığını bilmiyorduk. İstasyona indiğimizde tanıdık tanımadık, bütün Tatar köylülerinin orada olduğunu görünce sonumuzu anladım. Karım ve kızlarım ağlaşırken onları teselli etmeye çalışıyordum. Gelen hayvan vagonlarına hepimizi tıka basa doldurup üzerimizden kapıyı kilitlediler. İçerisi ağlayanlar, ağıt yakanlar, o karmaşa içinde ailesini kaybedenlerle karmaşa içindeydi. Yol boyunca tren hiç durmadı. Yanımıza aldığımız yiyecekler iki gün sonra tükendiğinden açlık ve susuzluktan ölümler başladı. Ama en korkuncu tifüsdü. Hayvan katarlarında sürülen bizler, hayvanların bıraktığı bitler nedeni ile tifüse yakalanmıştık. Vücudumun her yerinde siyah noktalar oluştu. Son nefesimi verirken gözümde Bahçesaray’ın küçük sokakları, Yalı’nın yaylaları, Akmescit’in huzur veren ağaçları, kulağımda ise, kızımın okuduğu bir ağıt vardı:Aluşta'dan esken yeller yüzüme urdu, Balalıqtan ösken evge köz yaşım tüştü. Men bu yerde yaş almadım, Yaşlığıma toy almadım, Vetanıma asret boldım Ey güzel Qırım Keze keze toyalmadım Er yerlerge köralmadım Vetanıma asret boldım Ey güzel Qırım Bahçalarnın meyvalarnın balnen şerbet Suvlarını içe içe toyalmadım men Yeşil dağlar küldü mağa Qaytıp keldi Tatar sana Qucağını aç sen mağa Ey güzel Qırım Men bu yerde yaş almadım, Yaşlığıma toy almadım, Vetanıma asret boldım Ey güzel Qırım Ben kim miyim? Adımın ne önemi var? Ben bir Türktüm, öldüm!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://birtanem.yetkinforum.com
 
Adımın Ne Önemi Var, Ben TÜRKÜM
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» BEN BİR TÜRKÜM...
» Türkçüyüm Çünkü Türküm..!
» Göz yaşının önemi
» Sadaka vermenin önemi
» Duada 40 Günün Önemi Nedir?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Fıstığım Benim :))) :: EeĞiiTiiM ÖğReTiiM :: TaRiH-
Buraya geçin: